Çocukluğu öldürülmüş toplumlar iflah olmazlar! Çocuk hakları.

 “Çocuklar, yaşamın kalbine takılan kanatlardır; geçmişi değil geleceği taşırlar”. Ülkesini, ait olduğu toplumu ve dünya’yı gelecekle buluştururlar. Sağlam ve özgür bir ruhla. Kırılgan ve zorla dönüştürülmüş bir ruhun canlılığı kalmaz ve metalik bir donuklukla akarını ve canlılığını kaybeder. Aynı durumda, “ Çocuklar, Anne ve Baba’nın kalbine takılan kanatlardır; ailesini geçmişinden alır, geleceğe taşırlar.” Biz, Anne ve Baba’lar zaten geçmişin yükünü bugünlere taşıdık, yorulduk kaldık. Koşullanmış hallerimizin ve üstümüze giydirilen elbiselerin ağırlığı ve kirliliğinden “gölet” olup kaldık; Irmak gibi akarlılığımızı yitirdik. Kendimizi toparlayıp “insan” olana kadar iflahımız sökülürken, iç çatışma ve kaygılarımızdan kurtulmuş hangi hallerimizle bu yavrularımızı “özgürlüğün sanatı” yla buluşturabiliriz.


Bizim oluşturduğumuz devlet, koca cüsseleşen,obezleşen bu devlet, aynı kaygıların mahkumiyetinde çocuklarımızı ne kadar iyileştire bildi ki? Hangi özgürlük sanatı ve Demokratik kültürle yönetim anlayışını geliştirdi de; hangi iktidarlara güvenebildik ki, şimdiki geldiğimiz nokta dan görebildiğimiz bu hallerimizle!: İlkokulların içindeki fidan yavrularımızın ruhlarını, bedenlerini işgal eden "yönetmenlikler" e kadar, ne şahane! eserler yarattığımızı görerek!


 Üstüne üstlük, tüm bunlara rağmen- eğitim bilinci ve sanatını iyileştirmeden ve özgür bir eğitim deneyi geçirmeden- Çocuk ruhlara kadar girme aşağılığı insanlığımızı acıtıyor. İnsanlar, geleceğinin ne hallere doğru ivmeleneceği sezgilerini geliştirmiş olabilselerdi, meydanları bu kadar sessiz ve korku dolu bırakmazlardı!


Siz bu “Çocukluğu öldürülmüş” toplumların üzerine neyi inşa ederseniz edin, nafile, çatışma ve kaos yaşatırsınız ..Şu yaşanan ortadoğu’nun hali gibi..bitmeyen bir kavga olup, çıkarız.


Eğitimin esas amacı: “Kendini” bulmasına yardım eden, iç çatışmalardan arınmış, özgür ve temiz ruhlu insanlar yetiştirmektir. Bilimsel bir yaşamın etrafında, doğru bilgilerle beslenmiş bilgelikle, manevi değerler etrafında- ki manevi değerler din değerlerin üstündedir, insana ve yaşama aittir- kendi içsel zekasına kavuşmanın huzuru ile yine zekanın kapsamında olan sevgi, şefkat ve merhametle hayatla buluşmasıdır. Özgür bir zeka da, sevgi ve merhamet barındığı bir kazanımla.


İşte, biz bu güzelliğin ve zekanın sanatı ile çocuklarımızı hayata huzur ve neşeyle bağlaya biliriz. Vicdan ve merhametin kaynağı, Özgür Zekadır! Kafalarının karıştırılmadığı ve birlik ruhunun zedelenmediği, çocukluk oyunlarına dokunmadan yaşatabildiğimiz bir alan..


Eğitimin şifresi budur. “Bilgi paylaşılır, bilgelik değil” der, kadim insanlar. Doğru bilgi verildiğinde, çocukların içine bilgelik kendiliğinden akar. Bu disiplinin özünde “ özgür alanlar “ yatar. Bu alanlar, zeka giydirmelidir ve kendini bulma güdüsü kuvvetlidir. İşte, Tanrı, bu doğru uygulamanın ve iyiliğin içindedir, başka bir yerlerde değil!


Yaşadığımız şehri şöyle dikkatlice bir gözlemlediğimizde, kaygı ve korku yüklemli semtlerde çocuklarımız, İçeriği belirsiz vakıf ve okulların kıskacına teslim edilmiştir, bu durumu net görebiliriz. Bunların çoğu denetimsiz ve sorgulamasız yerlerdir. Hatta eğitimin kılık ve kıyafetlerini tüm bunların içinde barındığı cemaatlerce dayatıldığını anlayabiliyorum. Kaybettiği oy zeminini "okşamak" için çocukları kullanmak gibi acı bir his düşüyor içime!


Aynı paralel de, okul öncesi eğitim, bilgisizlik içinde ve kaliteli öğretmenler yetersizliği ile baş başa. Ve aynı sorumsuzluklar kapsamında.


Çok teknik ayrıntılara girmek istemiyorum. Konuyla ilgili birçok araştırma ve öneri metinleri internetten bulabiliriz!


Yazılacak ve kanıtları ile ortaya getirilecek çok şeyler var!


Gelişmiş dünyanın eğitim sanatlarını uzunca yıllardır izliyorum, bilhassa Hollanda ve İtalya eğitim sistemlerini. Bir “Montessori eğitim sistemi” dünya ya ne başarılı ve zeki insanlar katmış araştırıp, okuyabilirsiniz. Bu sistemler zoraki dayatmalı değildir. Örneğin Hollanda da, sivil toplum kuruluşları daha yeni ve daha özgürleştirici bir eğitim projeleri olduğunda, eğitim sistemleri otoriteleri ile bunu rahatlıkla paylaşa biliyorlar. Üniversitelerden büyük desteklerle, sistemlerini bilimsel çizgiye oturtuyorlar. Oldukça hızlı kararlar alarak..ve çok başarılılar. Evrensel Çocuk hakları bildirgesinin altını iyi çizerek, yaşatıyorlar evlatlarına. Üç boyutlu bir sorgulama ile, bedensel, ruhsal ve bilimsel bir akışkanlıkla, toplumsal iyiliğe katılıyor, başarılı oluyorlar.


Bizim bu konularda uzmanlaşmış, Çok değerli kurumlarımız da var. Örneğin Hacettepe Üniversitemizin eğitim bilimleri Fakülteleri..ve Okul öncesi eğitim uzman hocalarımız.


Siyasi dayatmanın tam çıkış noktasında, bağımsız bilimcileri bu alana çekemezsek, eğitim sistemimizi iyileştiremeyiz dar alana hapsederiz. İktidarların oyun tahtasına dönüştürür, çürütürüz. Enerji kaybederiz. Eğitim sistemimiz, Aynı yasama organları gibi! “BAĞIMSIZ” olmalı.


Siyaset-yürütme organı okulların donanımını halletmeli; eğitim- öğretim şekil ve yollarını, bağımsız bir “Eğitim konseyi” kararlarına bırakmalıyız..Her şeyden yüz bin kere daha bağımsız olmalı, adaletten daha bağımsız!


Bu kurum, İktidarların öznel tutumlarından daha doğru ve nesnel, etkin bir dokunuş sergilemesi muhakkaktır. Zaman buna doğru hızlıca yeniden yapılanmalıdır. Toplumun çocukluğunu iyileştirmek için buna mecburuz.


“Çocuklar hayatın kızları ve oğlanlarıdır.” Bizlerin, Anne babaların , Devletlerin değil, hayatın sanatına ve yaşamın sonsuzluğuna emanettirler.


Bizler onların sevgi, barınma, bakım ve güvenlik ihtiyaçlarını karşılaya biliriz. Fikirlerimizi dayatarak, onları zorla kendimize benzeterek bu bedeller karşılığı olarak göremeyiz. Onlar, kendilerine aittir, bu yüce bir sanattır, her çocuk ayrı bir ruh zenginliği vardır.


Monopol insanlar yetiştirmekle tekleştirip yoklaştırmaya hakkımız yoktur, olamaz da. Onları ruhsal olarak öldürürüz; Moron (Debil-Ahmak) insanlara kapı açarız. “Tercihli İnsanlar” Kuşatılmış insanlar haline dönüşü. Ortadoğu ve ortaçağ gibi zamanlar akıtırız içimize..


Bizler birer taşıyıcıyız, emanete ihanetsiz. Onların derya çiçek ruhları var. Her biri hayatın tohumlarıdır. Bizlerin ambarlarında saklanan bu tohumlar, toprağın karşılıksız verdiği mahsul gibi yaşama sunmalıyız.


Onların ruhsal,çiçek bahçelerine izin alarak, girebilmeliyiz; sadece içindeki çiçekler bakmak için köşede bir yerde oturarak, seyredebiliriz. Zorla o bahçeye girip, fidanlarını söküp oraya buraya atarak değil. Ormanları talan ettiğimiz gibi değil! Ve bu bahçeye türban- çarşaf örterek değil, güneşine dokunamayız, D vitaminine hiç dokunamayız.


Koşmasına- spor yapmasına, karşı cinsinin giyim kuşam üstünlüğü ile yarışı kazanmamasına hiç karışmamalıyız! Bir birlerine bakarken ayırımsız ve kardeşçe bakışlarının önüne “türban” geçirmemeliyiz!


Onların kafatasında taşıdıkları beyinleri, nerede ne giyeceklerini ve nerede ne yiyeceklerini bizlerden, devletten ve koca cüsselilerden çok daha iyi biliyorlar ve susuyorlar! Susturuluyorlar!


Bizler, Anne Babalar ve Devletler geçmişin sorunlarıyız. Ve bize dayatılan hayatın oyuncularıyız. Daha geldiğimiz bu 21 yüzyılda dahi böyleyiz; yazılan çizilen ve oynatılan bir senaryoyuz..Bu yarı yalan hallerimizle onların bahçesine girip, fikirler yağdırmaya hakkımız yok, bilgimiz de.


Hele devlet ve iktidarların hiç mi hiç hakları yok.


Çukurları bol demokrasilerin ve bu zeminde iktidar olmuş her kim “kurnazların” da hiç mi hiç, hakları yoktur.


Çocuklar hayatın oksijeni, yaşamın iktidarlarıdır. Onlar tek başlarına, başımız üstünde iktidardırlar!


Onlar hayatın kızları ve oğlanlarıdırlar..Onlar öyle bir koşuyorlar ki hayatın sevinci ile hiç bir devlet ve oligarşi onlara yetişemez, yanlarına bile yaklaşamazlar.


Ormanlar, su ve hava, nasıl sınırlar olmaksızın dünyanın yaşam hakları ise; çocuklar da aynı dünyanın yaşam ve gelecek hakkıdır. Amerika’sı, Türk’ü, Bengal’i, Pakistan’ı, Filistin’i Afrika kıtasının çocukları hepsi su gibi, hava gibi, orman gibi yaşamın ve İnsanlığımızın emanetleridir sınırları olmaksızın.. Onlara dokunan eller kırılır, Yürekler yanar, diller tutulur..


ve bir de Halil Cibran’dan dinleyelim Çocukları:


“Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil, 


Onlar kendi yolunu izleyen Hayat'ın oğulları ve kızları. 

Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler 

Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller. 

Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil. 

Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır. 

Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil. 

Çünkü ruhlar yarındadır, 

Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz. 

Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları 

Kendiniz gibi olmaya zorlamayın. 

Çünkü hayat geriye dönmez, dünle de bir alışverişi yoktur. 

Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar. 

Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür 

Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar. 

Okçunun önünde kıvançla eğilin 

Çünkü okçu, uzaklara giden oku sevdiği kadar 

Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever. “


Çocukların Ruh ve bedenlerine geçirdiğimiz kafes, Aslında, köleleşen ruhumuzun “müebbet hapisle” yaşadığımız hücremizin, dışa vurmuş yansımalarıdır.


 Hiç bir Şekilde, yasalarınız ve ordularınızla Çocukları kendinize benzetmeye gücünüz yetmeyecektir.


 Bu alan, çok tehlikeli bir alandır, dokunan yanar!; O kadar da Cennet bir alandır ki; gözlerindeki ışıltılar, sonsuzluğun ışıltılarıdır.


Hep çocuk kalın!


Hoşca kalın…


Kalenderce..

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İstanbul... Çıkamıyorum

Notralizm'e dair...